Pratik sorgulamaların başlangıcında ve belki de her zaman bir tarafında, görünen ve görünmeyenin, ölçülebilen ve ölçülemeyenin kavgası verilir. Bu kavganın tezahürü çoğu zaman kaçınılmaz bir hareket oluşturur. Görünen veya ölçülebilen ile görünmeyen veya ölçülemeyen, başka çareleri kalmadığını anladıklarında farklılıklarını bir kenara bırakır ve artık ortak bir amaca hizmet eder: bir çeşit birlik oluşturmak.
Bir maddenin diğerinden beslendiği, ancak bu şekilde sürdürülebilir olan, neredeyse simbiyotik bir birliktir bu. İki farklı maddenin birleşimi, ikisinin toplamından daha büyük, neredeyse omnipotent¹ olarak düşünülebilecek bir oluşum için gebelik süreci başlatır. Bu sürece iyi bir örnek psikosomatik birliğin varlığını tartışmak olacaktır. Bu tartışmanın ne anlama geldiğini anlamak için ise "psikosomatik" kelimesinin yapısı incelenebilir, çünkü "psike" ve "soma" sözcüklerinden oluşan bu kelime (görece) ölçülebilen ve gözle görülebilen somanın, yani bedenin yanına ölçülemeyen ve gözle görülemeyen psikeyi getirmiştir. Bu enteresan denklem karşısında sorduğumuz tüm sorular, insan ruhsallığının karmaşık yapısının karşısında olup biteni sadece somatik olarak değerlendirmek veya tamamen psişik olarak ele almak yerine, bir birlik anlayışıyla daha fazlasını anlayabilme fikrinin cazibesine kapılmıştır.
Çünkü bu fikir, psikeyi ve somayı ayrı iki aparat olarak değerlendirmek yerine ikisinin birleşiminden doğan, "insanlaşmış" bir ruhsallıktan bahsetmeyi mümkün kılmaktadır; zira fiziksel olarak değerlendirdiğimiz şeylerin temsili, tanımlarımıza etki edecek kadar güçlüdür. Örneğin, "kendilik" tanımı ile "öteki" tanımı arasındaki farkın oluşumu, bedenin ve tenin üzerinde deneyimlenebilir.
Şüphesiz ki dokunan özne ile dokunulan öznenin farkındalığı, bir çeşit kendilik ve ötekilik ayrımı oluşturacaktır. Peki öznelliğin ilk ve belki de zorunlu merkezi olan beden, zihin tarafından neden reddedilir? Ya da kısaca, psikosomatik birlik neden bozulur?
Çünkü beden, bu omnipotent oluşum için sadece bir ölümlü niteliğindedir. Zihin ise, ruhsallığın uçsuz bucaksızlığı karşısında sarhoş bir şekilde, bedenin ölümlülüğüne tepki olarak bir şişkinlik halindedir. Beden ile arasına mesafe koyacaktır, çünkü beden yaşlanacaktır ve ruhsal süreçlerin benlik idealine ayak uyduramayacaktır. Bedenin her gün görülen bariz sınırlarının karşısında zihin, öznenin tüm nesne temsillerine yöneltilen ve eksikleri kapamaya yönelik narsistik bir çaba sergileyecektir. Bu narsistik çaba, psikenin ve bedenin ayrı derilere sahip olduğu düşüncesini ortaya çıkaracak, ötekinin ötekiliğini yok edecek ve öznenin sadece dokunan konumda kalmasına sebep olacaktır.
Ötekinin varlığının zayıflığı karşısında libido yatırımı şüphesiz ki öznenin kendisine olacaktır; dokunan öznenin dokunduğu şey ise yine kendisidir. Oysa kendilik temsilinin oluşması için, dokunan bir başkasına her zaman ihtiyaç vardır. Sadece dokunan olunan bu konumdan ayrılmak ise bedenin farkındalığıyla mümkün olacaktır.
Bedenin farkındalığı ise vokalizasyon², denotasyon³ ve konotasyon⁴ süreçleriyle birlikte kişinin kendi öznelliğinde yankı bulacaktır. Bu sürecin anlaşılması için tek yapılması gereken psike ile somanın birleşme ve ayrışma hikayelerine tanıklık etmek, öznellik içerisindeki yankılarını dinlemektir. Fakat tüm bunları dinlemek bir opsiyon iken, duymamak bir opsiyon değildir.
Paul Valery'nin dediği gibi: "Dil, ete saplanmış Tanrıdır."
¹ Tümgüçlü, her şeye kadir olan.
² İçinde anlamlandırma bulunmayan, duruma özgü ilkel seslenme biçimi.
³ Bir ifadenin akla gelen ilk anlamının oluşması.
⁴ Bir ifadenin çağrışımlarının getirdiği anlamın oluşması.
"Psikosomatik Birlik" üzerine Winnicott okunabilir.
Comments