Bir yapının inşaatını incelerken belki de en önemli nokta temelini ele almaktır. Yapının temeli yeterli olmadıkça çıkılan katlar bir önem arz etmeyecektir. Buradaki yeterlilik ise iki farklı şekilde ele alınabilir: sert yapılmamış bir temel yapının hasar görmesine sebep olabilirken, gerekli esneklik payı olmayan bir temel de yapıya eşit derecede hasar verebilir. Bu noktada bir yapıdaki temelin sağlamlığının, sert olmasının ve sert olmamasının verdiği karşılıklı tavize bağlı olduğu söylenebilir. İlginçtir ki benzer bir prensip, insanın ve ruhsallığının kumaşını incelerken de karşımıza çıkmaktadır. Zira benliğin ve ruhsallığın inşası için mühim olan "en iyi" veya "en kötü" olan değil, "yeterli" olandır. Çünkü benlik ve ruhsallık, enlerin arasında kolayca taşkınlığa uğrayabilir veya ihmalkarlıkla karşı karşıya kalabilir.
Peki iyi ve kötü olan nedir? Bu sorunun cevabı kişinin kendi öznelliğinde değişebilir. Fakat iyinin, kötünün ve yeterli olanın ilk yankıları, kişinin doğumuyla birlikte dünyaya gelir ve ilk muhatap olarak şüphesiz ki anne seçilir. Bu yankılar anneye bağımlı, neredeyse simbiyoz bir haldedir. Kişinin bu bağımlı konumundan özgürleşebileceği ve kendi başına var olabileceği bir konuma doğru yapacağı yolculuğun ilk durağıdır. Şüphesiz ki bu yolculuk pek kolay olmayacaktır, zira bu ilkel birliktelik bebeğin bir uzantısı gibidir. Ona hizmet eden, onun için var olandır. O halde normallik ve anormallik doğrusu üzerinde olan bu konumun içinden nasıl ve neden çıkılacaktır? Çünkü söz konusu ayrılık, kaygılı bir süreç olacaktır.
İyi olan herhangi bir şeyi bırakmak pek kolay değildir. Çünkü iyiler kötülerden daima sakınılır. Neredeyse bir kirlenme, bir kontaminasyon korkusudur bu. Bu konum iyinin kötülük potansiyelini ve kötünün iyilik potansiyelini tanımaz. İyi ve kötü, net bir ayrım ile temsil edilir. Ta ki iyi olanın, aslında aynı zamanda kötü olan olduğu anlaşılana kadar. Bu noktada bir çocuk için anne, çocuğun omnipotent¹ ihtiyaçlarını tatmin etmediğinde çocuk-anne arasındaki bu ilkel birliktelik bozulur ve acı gerçek ortaya çıkar: iyi olan anne, aynı zamanda kötü olandır.
Annenin bu konumunu fark eden bebek, kendisine hizmet edilen tek taraflı ve ilkel ilişkinin görece karşılıklı ve çift taraflı olan bir temsilini edinir. İşte bu noktada bebeğin karşısındaki "en iyi" anne, yaşanması gereken hüsranları ve hayal kırıklıklarını bebeği aşırı bir doyuma maruz bırakarak engelleyebilir, oysa bu hüsranlar ve hayal kırıklıkları yaşanması gereken hadiselerdir. Bebeğin bunlardan anne tarafından mahrum bırakılması, daha önceki simbiyotik anne-çocuk ilişkisine bir davet niteliğindedir. Peki bu neden problematiktir? Çünkü bebeğin omnipotent inançları, bu dünyada keşfedilecek olan fiziksel sınırlar tarafından tahrip edilecektir. Parmakla gösterilen yere istendiği şekilde gidilemeyecek, her istendiğinde beslenemeyecek, her şey istediği gibi olamayacaktır. Bu gerçeklik testi elzemdir, fakat bu kırılmanın erken veya geç olması problematiktir. Annenin aşırı doyum sunması, bu kırılmayı geciktirecektir. Çünkü annenin bu teklifi bebek için reddedilemez bir tekliftir.
"Kötü anne", bebeğin fizyolojik ve psikolojik hüsranları karşısında mahrumiyet ve ihmalkarlık ile barınmasına sebep olabilir. Şüphesiz ki bu durum, benlik temsilinde ve bireyselleşme sürecinde bozulmalara sebep olacaktır.
Bebeğin diktatörlüğünden çıkmış, karşılıklı bir halde temsil edilen anne-çocuk ilişkisi, iyi ve kötü olanın annenin temsilinde barınmasını mümkün kılar. Bu noktada bebek hissettikleri ve düşündükleri karşısında ambivalans² yaşar. İlk defa ve rahatsız edici bir şekilde, iyi-kötü bir aradadır. Artık çocuk, karşılıklı bir ilişkiyi gerçekleştirme potansiyeline sahiptir. Bu sayede ebeveynlere yapılan libidinal yatırım, akranlara kayabilecektir.
Ruhsallığın ve benliğin inşası iyi ve kötü olan arasında gidip gelir. İyi olanın mutlak hükümdarlığı ile kötü olanın mutlak hükümdarlığı, ruhsallığa her zaman pranga vuracaktır. Karşılaştığımız ilk esirci ve ilk kurtarıcı ise annemizdir. Yeterli olan yani hem iyi hem kötü olan anne, biricik olan bu ruhsallığın inşaatının temelinde karşılıklı verilmesi gereken tavizin vücut bulmuş halidir. Çünkü anne, tüm ötekiliğiyle bebeği bebeğe yansıtacaktır.
Winnicott'un da dediği gibi; bebek, aynalardan önce kendi yansımasını annesinin yüzünde bulacaktır.
¹ Tümgüçlü, her şeye kadir olan.
² Bir nesneye veya duruma karşı zıt duyguların, düşüncelerin ve arzuların barınması.
Konuyla ilgili okumalar için Mahler, Winnicott, A. Freud ve Klein gibi kuramcılar okunabilir.
Comments